ÖLÜM SADECE BİR BAŞLANGIÇTIR; işin zor kısmı sonrasıdır. Ölümün varlığını bilerek, ölüm korkusunu düşünmeksizin yaşamanın üç yolu vardır. Bunlardan ilki bu düşünceyi "bastırmak"tır; ölümün bir gün geleceğini düşünmeden, sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranmaktır. Çoğu zaman pek çoğumuzun yaptığı da budur. İkinci yol ise tam tersidir: memento mori. Ölümü hatırlamak. Ölümü bir an olsun aklından çıkarmadan yaşamak. Ne de olsa, kimse o günün son günü olduğunu düşünen bir adamdan daha fazla hayatın tadını çıkaramaz. Üçüncü yol kabullenmedir. Ölümü kabullenmiş ama gerçekten kabullenmiş bir adam hiçbir şeyden korkmaz ve yaşadığı tüm kayıpları insanüstü bir olgunlukla karşılar. Bu üç stratejinin ortak bir noktası vardır. Üçü de yalanlardan ibarettir. Korku ise en azından daha dürüst bir duygudur.Başka bir yol, dördüncü bir yol daha vardır. Bu yol kabul edilebilir bir seçenek değildir, insanın sözünü edemediği, kendi kendisine bile söyleyemediği bir yoldur. Bu yolda, unutmaya, yalana, kaçınılmaz sonun önünde yalvar yakar olmaya gerek yoktur. İhtiyacınız olan tek şey içgüdüdür.Kitabın arka sayfasında şu şekilde bir açıklama aktarılmış:'' New York, 1920. I. Dünya Savaşı sona ermiş ancak Çılgın Yıllar henüz baş göstermemişti. Fabrikalar bir bir kapanıyor, aileler evsiz kalıyordu; bir ümitle içkiye sarılan işsizler de Alkol Yasağı’ndan muztaripti. Manhattan sokakları kin ve nefretle, dilsiz arzularla adeta taşıyordu. Ve Wall Street… bombalandı. Bu, ülke tarihindeki en yıkıcı ve en ölümcül terör saldırısıydı.İki eski dost. Dr. Stratham Younger ve Jimmy Littlemore; biri savaştan henüz dönmüş bir doktor ve diğeri New York Polis Teşkilatı’ndan bir dedektif… Diğer tarafta göz alıcı güzellikte ancak bir sır küpünden farksız Colette Rousseau… Kanıtların sürüklediği gizemli bir yol, beraberinde Colette’i hedef alan esrarengiz saldırılar ve geçmişinin derinliklerinde saklı bir gerçek; bu üçlüyü bir araya getirir ve Paris’ten Prag’a, Sigmund Freud’un bilgeliğine başvurmak üzere Viyana’daki evine kadar uzanan iç parçalayıcı ve bir o kadar da korku dolu bir yolculuk başlar.Bu sırada hayatının son evrelerini yaşayan ve zevk prensibiyle (hayat içgüdüleri) ilgili öne sürdüğü ilk teorilerin her şeyi açıklamadığına kanaat getiren Freud, öz yıkıcı eğilimlerin nedenlerini sorgulamakta ve ölüm dürtüsü ya da ölüm içgüdüsünün insan davranışlarındaki etkisini anlamlandırmaya çalışmaktadır.“Ölüm İçgüdüsü” gerçek ve kurgu, öldürme ve arzu, belirsizlik ve aksiyonu bir araya getiren, en yabani dürtülerimizin saklı derinliklerine inebileceğiniz sürükleyici bir kitap.''. Karakterlerimizden : olayları en küçük ayrıntılarına kadar inceleyip delilleri yakalayan tam bir aile babası ve eş olan zeki dedektifimiz Littlemore, I. Dünya savaşında cephede bulunmuş eski psikanalist Harvard’lı doktor Younger ve güzel, çekici gizemli ve Marie Curie Radyum fonunda gönüllü çalışan Colette. Kitapta 16 Eylül 1920 tarihinde Wall Street in bombalanmasındaki sorumluların aranması ile ilgili olayları ve savaşın acımasızlığını tüm savaş dönemi çocukları gibi yaşamış olan Colette ve kardeşi Luc’un psikolojik sorunları ve onlara yardımcı olan Sigmund Freud var. Kitap polisiye, politika, para, güç, psikoloji ve aşk ile harmanlanmış. Akıcı sürükleyici güzel bir kitap.Kitaptan küçük bir alıntıntı bırakayım: "Bir fırtınada ölmek üzere olsan,".............. ve sığınıp kurtulabileceğin bir ambar görsen, dışarıda kalıp ölür müsün? - yasalara karşı bile olsa içeri zorla girer misin?
Yazar Cangül S.